Cuma, Aralık 14, 2007

101

Blog yazıp ün, aşk ve servete ulaşmayı nasıl başardığımı konu eden bir yazı bekliyorsanız benden, boşuna bu yazılanları okumayın.Az sonra anlatacağım şu son bir senenin içinde neyi başardığımı bile bilmiyorum.Evet, birşeyi başardım ama bunun ne olduğunu ortaya çıkarmak galiba bütün ömrümü alacak.

3 hafta öncesine kadar yazı yazamıyor, kafayı sıyırmak üzere amaçsızca elimde kalemle oynarken hep bu yazmak istediğim şeyleri düşündüm.Bilgisayarı çoğu kez denedim ancak işe hiç yaramıyor.Sadece bilgisayara geçirmek, düzen ve gizlilik açısıdan önemli.Bilgisayarla yapılan her deneme sonucunda kargacık burgacık bir sözcük yığını çıktı ortaya.

Son sınıfa kadar herşey yolundadır. Kimse zerre kadar umrunuzda değildir.Kolayca yontulabilecek biri olduğunuz için öğretmenler nasıl da iyi davranılar.Nasıl da hata yaptığınızda üzerinize üzerinize gelirler.Hatta bazıları hata yaptığınız için sizi severler.Bazıları ise çok gücenir buna, ama zaten o öğretmenlerin de Davranış sorunlu tiplerle uğraşmaktan başlarını kaşıyacak vakitleri olmadığından sizinle uğraşmaya vakit bile bulamazlar.Siz ailenin ortanca çocuğusunuzdur, her zaman arada kalırsınız.Sizin durumunuza genelde kızlar düşer, onlar da öğretmene liste çıkarmak, sınıf panosunu hazırlamak ve bunun gibi işlerle uğraşmakla meşgullerdir.Lise öğrencisinin ne kadar acımasız olduklarına dair söylenenlere gelince, büyümüş versiyonlarının yanında onların zalimlikleri solda sıfır kalır. Liseli öğrencisinin en akıllısı da, kafası çalışmayanı kadar salaktır. Aptalca işler yaparlar. Akıllarından geçeni pat diye söyleyebilirler. Düşünmedikleri ve inanmadıkları şeyleri söylemeyi daha öğrenmemişlerdir.Bunu daha sonra, yetişkinliğe geçip, yanlız olduklarını anladıkları zaman öğrenirler.

Sanırım yanlızlığınızın gerçekten farkına vardığınızda çoğu zaman paniğe kapılırsınız.Bundan kurtulmak için apar topar kaçar, gruplara – takımlara, kalıplara, derneklere…(hayal gücünüzü kullanın) – sığınırsınız. Birdenbire tıpatıp ötekiler gibi giyinmeye başlarsınız. Aslında görünmez olmanın bir yoludur bu. Kudurup bir şekilde kot pantolonunuzu orda burda parçaladıktan sonra onun nasıl yamanması gerektiği bile önemli bir olay olur.Farklı bir renk seçerseniz yanlış yaparsınız ve yanlış yaparsanız, bir olamazsınız .Bir olmanız lazım. Aslında, çok tuhaf bir söz bu biliyormusunuz? “Bir” “Neyle bir?” Onlarla bir. Ötekilerle bir. Hep birlikte. Sayıların güvenliği. Ben, ben değilim. Ben diye birşey olmasa da olur. Ben, potansiyel bir başarı belgesiyim. Ben arkadaşlarımın, arkadaşıyım. Bir üyeyim ben. Beni göremezsiniz. Tek gördüğünüz: Biz. Biz güvenlikteyiz.

Ve eğer biz, seni tek başına görürsek ve şansın varsa seni görmezden geliriz.Ama şansın yoksa sana taş atarız. Çünkü biz, kotu farklı yamanmış, hepimizin yanlış ve yanlız olduğu gerçeğini anımsatan insanlardan hoşlanmayız.

Ben denedim.Epeyce uğraştım.O kadar çok uğraştım ki, artık bunu düşünmek bile içimi kaldırıyor.Tıpkı TRT2’de Ressam Ross’un terzi versiyonuymuşum gibi kotumu yamattırdım. Oturup futbol maçları hakkında konuştum.Bir saatte dünyayı değiştirebileceğine gönülden inanan arkadaşlarımı dinledim. Hiçbiri işe yaramadı. Neden işe yaramadı, hiç bilmiyorum. Bazen içedönük insanlar sadece dışadönük insanların farkına vardıkları bir özel kokum mu salgılıyorlar diye kendime sormadan edemiyorum.

Bazılarının içindeki ben duygusu fazla gelişmemiş. Gurupların gerçek anlamda birer parçası onlar. Çoğu benim denediğim şekilde davranıyorlar. Yani rol yapıyorlar. Aslında içlerinden gruplara falan katılmak geçmiyor, ama gene de kaynaşıyor, idare ediyorlar.

Keşke bende öyle olabilseydim. İyice iki yüzlü olabilmeyi çok isterdim. Kimseye bir zararı olmaz bunun. Hayatı biraz daha kolaylaştıracağı kesin. Ne var ki, ben kimseyi kandıramam. Onların ilgilendiği şeylerle ilgilenmediğimi biliyorlar. Bu yüzden beni hor görüyorlar, bende onları hor görüyorum. Onlar başkalarını hor görüyorlar, bende onlara uyuyorum. Derken herkesi hor görüğümden, kendimi de hor görüyorum.Ah, ne kadar hoş bir durumdur içine düşenler bu hissi çok iyi bilirler.

Farklı biri olmamak için canımı dişime takıyorum ve bunun her an farkındayım. İğrenç bir koku salgılamak gibi birşey bu.Çünkü normal değildi, rahatsız ediyordu ve bana kesinlikle ait değildi. Sorun bendim, ailemdi, arkadaşlarımdı, okulumdu. Kısacası hayatımdı. Freni patlamış bir arabanın şöförü gibiydim. Kontrolü yoktu ve sonunda o ya da bu şekilde bir yere çarpacaktım.O an bana tek seçenekmiş gibi görünen yolu seçtim. Hayatımı soğuttum, herşeyin üstünü örttüm ve sonuçta artık yapay bir yanlızlık yolunu seçtim.Kısacası, arabadan kendimi dışarı attım, ne hasar alacağımı bile bile.

Sonra birgün çok sevdiğim, şirin bir kız bana bir kitaptan bahsetti.Kitabın içeriği veya kalitesinin konumuzla pek bir alakası yok ama eskiden kalma okuma alışkanlığımı yeniden doğurdu.O geri geldiğinde, evimden uzakta olma ihtiyacı doğdu. Kendimi kafelere ve barlara atmam da bu döneme denk geliyor sanırım. Kimsenin suratına bakmıyordum. Günlük rutin, ayinmiş gibi hergün ayrı bir yerde kendimle yarışırmış gibi kitapları “tüketiyordum”.Buna okumak diyemezdiniz, gerçekten.Muhtemelen o kafelerde çalışan garsonlar bana küfür ediyorlardı, çünkü onlara pek insancıl davrandığım bile söylenemezdi.(şey, bir tanesi zaten suratsızdı)

Suratsızdım ve mutluydum ve sonunda hayatı yavaşlatma ve soğutma projesi, durma ve dondurma noktasına geldi.

Gene de – bakın bu çok önemli – bundan çok memnundum. Şikayet etmedim. Arkadaşlarımın bu değişimi gözlemlediğini ama pek de anlamlandıramadıklarını gördüm.Bana bu yüzden takılanlara karşılık vermemeyi tercih ettim. Çünkü hayatımda o tür gereksiz bir “gerilime” gerek yoktu. Abuk subuk anlaşmazlıklarda birbirini yiyen kişilere eskiden gülerdim ama saygı duyardım.Şimdi umrumda bile değil.Bunu korkmadan ve düşünmeden yapanlara şimdi de saygı duyarım belki, ama eskisi gibi değil.Ben böyle birşey yapamam, kavgaya girmem.

Olduğum yerde durur dayanabileceğim kadar sineye çekerim, sonra da kaçarım.

Bazen de sineye çekmekle yetinmem, gülümserim onlara.

Yüzüme o gülümsemenin yayıldığını hissettiğimde, suratımı kaptığım gibi ayaklarımın altında çiğnemek gelir içimden.(artık ne hissettiğimi biliyorsun)

Farkındayım, bir film olabilecek bir türde gittim. Hatta, bunun içinde “asıl kız” eksik diyenler de çıkabilir. Hani filmlerde olur ya “Asıl kız, sisler arasından çıkar ve çocuğu kurtarır.” rüründen mutlu bir son.Ondan bahsediyorum.Ama bu hikaye gerçek ve o tür bir insan var hep.Ancak ağlamaklı bir sesin dediği gibi “Bu iş hiç filmlerdekine benzemiyor.”

Şimdi gidin ve Motion Picture Soundtrack’ı dinleyin.Artık The Tourist’le neden kendimi özdeşleştirdiğimi ve neden gülümsediğimi biliyorsunuz.

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa